5 Ekim 2013 Cumartesi

Dere, ırmak, deniz, Siyaset ve Strateji

Gezi parkı olaylarının bize, siyaset ve strateji dilini iyi bilmediğimizi gösterdiğini düşünüyorum. İnsanoğlu yaratılışındaki fıtratı nedeniyle dünya hayatında her an her türlü hayat şartlarına göre kendini konumlandırır, tedbirlerini alır ve hayatını devam ettirir. Bu da ona aklı, konuşması, düşüncesi ve duygusallığı çerçevesinde yeni planlar yapma ve hayata tutunma adına yeni müdahale alanları kazandırır.

Bunu ise gerek kendi bireysel hayatında gerekse mahalle ve toplum hayatında en iyi şekilde lehine kullanmak ister. Ve de cüzi iradesi ekseninde her zaman kullanır. Kullanmasıyla da kendine yaşam alanı sağlar.

İşte bu müdahale ve inisiyatif alanlarını meşru yollardan, karşısındaki insanların özgürlüklerini kısıtlamayacak ve onların da hayat tarzları olabileceğini hesap ederek kullanırsa anlamlı olur ve kendi varlığının da meşruiyetini sağlar. Bu tavır da zaten hem azınlığın çoğunluğa hem de çoğunluğun azınlığa hükmetme iradesini dengeleyen bir idare şeklini ortaya çıkarır.

Son üç yüz yıldır bu coğrafyadaki milletler, maalesef bu tavır ve anlayışdan uzak kaldığı için, egoist yönetimlerin ve jakoben duruşların elinin altında konu mankeni oldu.

Ülkemizde uygulamaya konulan ve batıdan örneklenen kamu idaresi şeklinin toplum yapısıyla kan uyuşmazlığını yaşadığını ise ancak birkaç darbe ve muhtıradan sonra nihayet anlamış durumdayız.

Dünyada tüm insanlığın daha rahat ve daha özgür, olduğu gibi kabul görülme arzusu demokrasi ile nefes almayı getirdi. Ancak kamudaki yöneten elitler bu talebi hep sınırlı tuttular. Geldiğimiz noktada ise söz konusu bu anlayış, enformasyon ağının gelişmesi sayesinde milletleri sınırlama ve kontrol etme güçlerinin sınırlandığını her ne kadar fark etmiş olsalar da huylarından vazgeçmiş değiller..

Bu anlamda bulunduğumuz coğrafyada hem inancımızın gereği hem de insanlığımızın verdiği yetkiye dayanarak demokrasiden bir adım daha ileride bir tavır ve kamu idaresi şekli ortaya koymamız gerekiyor. Ya da demokrasiyi inançlarımız ekseninde daha da genişletmek ve geliştirmek gibi bir duruş sergilememiz gerekiyor. 

Bu da şüphesiz siyaset ile strateji ilmini yeniden masaya yatırmamızı gerektiren bir durum.

İşte tam burada siyaset ile strateji arasındaki ilişkiyi biraz netleştirmek gerekiyor.

Dere geçerken paça sıvanır ve yürüyüp gidilir. Irmak ise ayakkabılar ve pantolan yedeğe alınır ve öyle geçilir.

Denizi geçmeye gelince; önce bir tekne veya gemiye ihtiyacınızla birlikte yanında da bir kaptanınız olması gerekir. Ve kaptanı da işinde en mahir olanı seçmek zorundasınızdır. Çünkü denizde dalga ve fırtına olur. İşinin ehli kaptanı tercih etmeniz ise sizi ve gemiyi sahil-i selamete götürmesi içindir.

İşte insanın ileriye yönelik hesabı; dereyi ırmağı ve denizi geçerken yaptığı ve aldığı önlemler gibi olmalıdır.

Düz mantıkla bu olayların görünen tarafıdır. Ve siyaset ilmiyle paralellik arz eder.

Stratejik plan ise dere, ırmak ve denizi geçerken görünenin önü ve arkasını ön görerek yapmanız gereken harekettir.

Bu da dereden ve ırmaktan geçerken düşünmeniz gerekenin; dere ve ırmak önüne sizden önce birilerinin baraj kurduğunu düşünmeniz ve kontrolünün de sizde olmadığını hesap ederek, her an göletteki suyu siz dereyi geçerken salıvermesi olarak görmeniz demektir.

Şu söylenebilir. Dünyadaki siyasetin dili bu ve böyle yapılması gerekiyor. Kabul. Ancak unutulmamalı ki bizim değer yargılarımız ve inanç sistemimiz batı kültürüyle ortaya çıkmış siyaset dilini olduğu gibi kullanmak zorunda değil. Ve olmamalı da! Zaten bütün şikayet de yüzyıldır bundan değil mi?

Biz bizim değerlerimize göre bu coğrafyada ve dünyada siyaset dilini, özellikle de stratejiyi yeniden okumamız gerekiyor. Ayrıca stratejiyi siyasetin koltuk değneği olarak görmekten ziyade; siyasetin merkezine oturtmamız gerekiyor. 

Zaten strateji de; Bir milletin veya milletlerin savunmasında askeri, siyasi, ekonomik ve manevi güçleri bir arada kullanma ve düzenleme sanatı değil mi?

mazhararslanoglu@gmail.com

twitter.com/maomazhar

Hiç yorum yok: