Bir ülkenin evlatlarının kaderi dayak yemek mi olmalı? Veya devletin dümenine geçenler bu milleti adam etme ihtiyacı neden hisseder acaba?
Tam da yüzyıldır vatandaşı döven devlet zihniyetinden kurtulduk derken!
Üstelik medeni bir hayat şartları oluşturmada ittifak etmiş ve iyiye gidiyoruz dediğimiz günlerde böyle bir ‘hukuk hırsızlığı’nın yaşanması ‘yine mi dayak?’ sorusunu akla getirdi.
Yüzyıldır istisnası yok ki toplumun, devletten dayak yemeyen hiçbir kesimi kalmadı! Müslümanı, hıristiyanı, dinlisi, dinsizi, Alevisi, Kürdü, Türkü ve daha niceleri, hepsi devletin o kaslı kollarını kaburgalarında hissetti.
Lakin her birisi devlete yakın olduğu dönemlerde (güçlüye-devlete yakınlık hissiyle) dayak yiyen ‘öteki’ye sövmekten de geri kalmadı.
Hazindir ki, devletin dümenine geçenin; ‘ya benim gibi yaşarsın, ya benim tarafımda olursun, ya da köteği yersin’ düşüncesi hep ağır basıyor.
14 Aralık’da medyaya yapılan operasyon işte bu halin yeniden yaşanmasıdır.
Anlaşılan o ki, Türk milletinin şuuraltına yerleşmiş olan ‘insanları döverek adam etme’ zihniyeti yeniden hortladı.
Daha önce birilerinin olduğu gibi, bunu topluma yaşatanların (AKP hükümetinin) elbet bir bahanesi var.
Ayrıca bugün yaşananların ‘akla ziyan’ olduğunu söylesek de fark etmeyecek, ancak not etmekte fayda var.
Üstelik toplumun bir kesimini dövmeye kalkanlar daha dün devletin kaslı kollarını kaburgalarına kadar hissetmiş olanlardan oluşması hiç fark etmiyor.
Çünkü tam bir yıl önce hukuki teamüller içerisinde ortaya çıkarılan hükümete yönelik 17 ve 25 yolsuzluk ve rüşvet iddiaları onları kulvar değiştirmeye(!) zorladı.
Devletin savcısı ve polisinin görevini yapması ne zamandır darbe oluyorsa, doğrusu anlamak mümkün değil!
Acıdır ki, bugün siyasi iktidar tarafından hedefe koyulan cemaat, iki defa dövülmek isteniyor. Hem de solcusu, sağcısı, liberali ve İslamcısı tarafından.
Sebep ise olduğundan fazla güçlü görünmesi ve hem de demokrat olmamasından dolayı!
Öncelikle cemaatin ilk günden evrensel hukuk kuralları ve insani değerler üzerinden hareket etiğini not edelim ve unutulanı ve atlanılanı adım adım yazalım.
Bir kere cemaat Türkiye’de ve dünyada sevenleri ve sempatizanlarıyla homojen bir yapıya sahip değil.
İkincisi, bu camia demokrasiyi içselleştirmemiş olsa dünyanın en etkili istihbaratına sahip ülkelerinde bu kadar kolay hareket edebilir miydi?
Üçüncüsü, dünyanın 160 ülkesinde Türkiye adına eğitim ve ekonomik adımlar atan bir hareketin demokrasi adına bir yanlışı oldu da kimsenin neden haberi olmadı?
Her çeşit insanın içinde olduğu bir harekette elbet insani yanlışlar olur, ama bunu toptancı zihniyet ile bütün camiaya mal etmek ne insani ne de İslami olsa gerek?
Elbet camia içinde bazıları zaman zaman yanlışlar yapmıştır, hatta hareket alanının dışına çıkan mensupları ve sempatizanları bile olmuştur.
Ki böyle bir durum varsa zaten cemaatin genel düşüncesi, bu kişilerin bulunup ortaya çıkarılması ve cezalandırılmasıdır.
12 Eylü 1980 darbesinde, 28 Şubat post modern darbesinde, daha da ötesi Hizmet Hareketi başladığı günden beri hep 'öcü'ydü. Bu yüzden çok da garipsenecek bir durum yok ortada.
Ama bugün yaşananlara bakarak ‘oh olsun, hak ettiler’ demek ne kadar demokratik tavır ona bakmak lazım bence.
Hatta bir yazar (t24.com.tr / Rıdvan Akar); ‘şimdi demokrasi için bu uzun ince yürüyüşte cemaatin korteji boy gösteriyor. Acıyla test ederek ama diğer mağdurların önünden mahcup yürüyerek, taleplerini haykırıyor. Hani slogan atıldığında dalga dalga yayılır ya, şöyle etraflarına baktıklarında sloganlarının pek de sâdası olmadığını gördüklerinde o maymuncuğu özlemle hatırlıyorlar mı?’ Cümleleriyle yazısını tamamlasa bile.
Hatırlatmakta fayda var ey millet; Dünyanın 160 ülkesinde koşturan bu insanlar bu korteje girdiklerinde hep yalnız kalacaklarını en baştan kabul etmişlerdi zaten.
Demokrasi ve adalet için dayak yenecekse onu göze almasalar, zaten bu yola girmezlerdi.
Sağlık olsun, bu da geçer!
mazhararslanoglu@gmail.com
twitter.com/maomazhar

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder