24 Şubat 2013 Pazar

Toktamış Ateş hocanın ardından...


Acı haberi aldığımda Trabzon’daydım. Teyit etmek için vefalı şoförü Süleyman’ı aradım. Sesi titriyordu. ‘Nasıl olayım abi, gece Toktamış hocamı kaybettik’ dedi.
1995’de Samanyolu TV’de Mevlid-i Nebi programı için özel röportaj talebim olmuştu. Hemen kabul etti. Programlarda yeni başlamış olan Feridun Yılmaz ile İstanbul Üniversitesine çekine çekine gittik. Babacan ve güler yüzü biziz rahatlatmıştı. Gündemde yine İslam üzerinden, kız çocuklarının okula gönderilip gönderilmemesi vardı. İslam’ın ilk emrinin ‘oku’ olduğu üzerinden; ilim öğrenmenin kadın ve erkeğe farz olduğunu, kız çocuklarının okula göndermenin dinen hiçbir sakıncası olmadığı konusunda mutabık kaldığımız bir sohbetimiz oldu. Hatta Peygamberimiz Hz. Muhammed’in, Bedir Savaşında esir alınan Kureyşlilerin on Müslüman’a okuma yazma öğretmesi karşılığında serbest kalacağı şartını koyduğunu hatırlattığımda şaşırmıştı. Ve ilk tanışmamız da bu program nedeniyle oldu. 

Açı programının yapımcılığını üstlenmem ile birlikte hukukumuz samimiyete dönüşmüştü. Yaklaşık on yıldır sık sık görüşüyorduk. Erzurum’da bir TV kanalı açmak için ayrılmadan önce, Toktamış Ateş hocam ile son bir yıldır Shaber Radyo’da haftada bir gündem konuşmaları yapıyordum.

Her hafta İstanbul Üniversitesi’ndeki mütevazı odasında radyo programı için kayda gittiğimizde babacan ve gülen yüzüyle kollarını açar; ‘hadi ben kalkmayayım gel bir sarılalım’ derdi.

Samanyoluhaber.com’daki son yazılarımdan bir kaç tanesini kağıda alıp okuması için vermiştim. Tavsiyelerini almak istemiştim. Hepsini okuyup, altına imzamı atarım demişti. Cep telefonu ve bilgisayar kullanmıyordu. Teknolojiye mesafeliydi.


Ama sıcak kanlı ve candan samimiydi. Tuttuğu eli hiç bırakmadı. Mahalle baskısından nefret ediyor ama basiretle direniyordu. Çok sabretti. Bütün dışlamalara karşı doğru bildiği şekilde demokratça durdu. Herkesin görüşünü ortaya koymasından yanaydı. Ancak radikal duruşa karşıydı. Program öncesi heyecanlı çıkışlarımı bile rötuşlar, sakinleştirir, radyo programına öyle başlardık.

Son programı yine kayıt yapmıştım. Hocam ben Erzurum’a gidiyorum, hakkınızı helal edin deyip elini öpmek istedim, yine babacan haliyle ayağa kalktı, iki yanağımdan öptü, başımı göğsüne yasladı. Gözleri yaşlıydı. Başarı dilekleriyle yutkunarak ayrıldık.

Erzurum'dan İstanbul'a iş ziyaretlerimde hep görüştük. Hatta uğramasam telefonda sitem ederdi. Hastaneye yatmadan önce evinde ziyaret etmiştim. Yine neşeliydi. Son görüşmemiz ise telefon ile hastanedeyken olmuştu. Sesi titriyordu. Şimdi gerçek dünyada. Allah taksiratını affetsin.

22 Temmuz seçimleri öncesi radyo programını çekmiş, genç arkadaşların da olduğu bir arabada öğle yemeğine gidiyorduk. Seçim kampanyaları ve partiler arası atışmalar devam ediyordu. Küçük Çamlıcadan acıbademe geçerken; ‘çocuklar ben oyumu yine CHP’ye vereceğim. Biliyorum iktidar olamazlar. Aslında iktidara gelseler bir sene bile yönetemezler, ama ne yapayım’ demişti.

Prof. Hsan Köni’nin dediği gibi, tatlı yiyip tatlı konuşurdu. Masasındaki bakır sahanda tatlısı, bisküvisi, çikolatası hiç eksik olmazdı. Yemeyi çok severdi. Karadenizli olunca beni Karadeniz yemeklerinin yapıldığı mekâna götürürdü. İkramda bulunurdu.

Yeğeni Ahmet Emre Ateş’in de ifade ettiği gibi, hoşgörünün timsali, hep tatlı dilli ve güler yüzlüydü. Ehl-i vicdandı. Adalet duygusu üst seviyedeydi. Yapılan doğruları tebrik etmekten çekinmezdi. Son üç aydır kulağım hep hastanedeydi. Yine gülen yüzüyle oturup sohbet edecektik diye düşünüyordum. Ama hepimiz için geçerli olan ferman büyük yerdendi. Davete icabet etmemek mümkün mü? Takdir.

Eşi nevin hanıma ve kızı Ayşegül’e sabır, Toktamış Ateş hocama Allah’tan rahmet diliyorum. Mekanı cennet olsun. Başımız sağ olsun.

mazhararslanoglu@gmail.com
twitter.com/maomazhar

Hiç yorum yok: